İdea Yayınevi / Bilim Felsefesi
site haritası   
 
DOĞA FELSEFESİ VE BİLİM FELSEFESİ — 2
Aziz Yardımlı
BİLİM FELSEFESİNİN KAPSAMI

Bilim Felsefesi başlığındaki 'bilim' sözcüğü 'görgül-pozitif bilimler' olarak, ve "felsefe" sözcüğü 'kişisel görüşler' olarak okunmalıdır. O zaman anlatım Logosun çözümlemesini, sözde Metafiziği dışlar, görgül Doğa Bilimlerini ve görgül Tin Bilimlerini kapsar, ve bu alanlar üzerine bütününde yöntemsiz, dizgesiz, tanıtlamasız, bilgisiz bir hermeneutik etkinliği belirtir. Ve böylece bilimin iflas ettiği, ya da politik-kültürel bir yapı olduğu gibi postodern görüşlere güçlü bir hakllık zemini sağlar.

Bilim Felsefesi Doğa ve Tin alanlarının Kavramlarının bir çözümlemesi ile ilgilenmez. Bunun için ilkin Kavramın doğasının kendisini kavramalıdır. Ama bu felsefecilik henüz Mantık Biliminin bütün bilgi sürecindeki yerinin öneminin bilincinde değildir. Bu düzeye dek bilim felsefesi gerecini yorumlamada kişisel görüşlerin ortaya dökülmesinden, bir diluzluğu uğraşından öteye gitmez. Bu felsefeciliğin Dil ile ilgisi de bütünüyle göstermeliktir çünkü Ustan ayırdedilen Dilin kendisi gerçekte Dilden başka herşeydir ve "semantik," "sintaks," "önerme," "tümce," "özne" vb. gibi dilbilimsel terimlerin kullanımı yalnızca metafiziksel olarak görülen soyut anlak-kavramlarının örtülmesine hizmet eder.

Bilim anlatımı Doğa alanının bilgisini olduğu gibi Tin alanının bilgisini de kapsar. Ama Pozitivizm Bilimi dahaçok Doğa Bilimi olarak anlama eğilimindedir. Aşağıdaki pasajda görüleceği gibi, Schlick "Almost all philosophy is natural philosophy," der. Bu grotesk düşünceler pozitivizmin bilim ve felsefe konusunda nasıl hedef dışına düştüğünü gösterir.


"Almost all."
"Hemen hemen tüm" ve "Tüm" aynı değildir. Schlick bir kör nokta bırakır, ve bunun ne olduğunu belirtme gereğini duymaz.
The Vienna Circle and Logical Empiricism: Re-evaluation and Future Perspectives, p. xiv (edited by Friedrich Stadler; 2003, Kluwer Academic Publishers).
 
BİLİM FELSEFESİ VE DOĞA FELSEFESİ

Bilim Felsefeciliği doğa bilimlerini ve insan bilimlerini, Hegel'in Ansiklopedi'sindeki Doğa ve Tin Felsefeleri bölümlerini kapsarken, Mantık Bilimi'ni dışarıda bırakır.
Hegel'in Ansiklopedik Dizgesinde şu bölümleme yapılır:
1. Mantık Bilimi; 2. Doğa Felsefesi; 3. Tin Felsefesi.
Bu bölümleme yalnızca edimsel Felsefe Tarihinin kendisinde de bulunmakla ve ondan türetilmekle kalmaz, ama Hegel'in kurgul yöntemi tarafından da aklanır. Bilim Felsefesi sergilediği tüm türlülüğe ve iç geçimsizliklere karşın Felsefe Tarihinden bağımsız olarak davranmada birleşir. Bu bir yandan tembelliğe bağlı bir bilgisizlik iken, öte yandan aynı bilgisizlik Felsefe Tarihi konusunda doğru bir çözümleme yapmanın önemini ve zorunluğunu anlamanın önüne geçer. Böyle yöntemsiz, giderek görgüsüz görgül bilinçte Mantık Bilimi yanlış olarak "Metafizik" denilen şey ile bir görüldüğü için yadsınır ve geriye Logos olmaksızın yalnızca Doğa ve Tin alanları, öznesinden yoksun bir nesnellik alanı, idealitesinden yoksun bir realite kalır. "Metafizik" gerçek kavramında "doğa-ötesi"ni ve dolayısıyla "Tin" alanını belirtir. Eğer "Metafizik" fizik-olmayan herşeyi kapsamak üzere alınırsa, o zaman Tin alanının yanına arı Us alanı da katılır.

 
METAFİZİK

Hegel'in ansiklopedik dizgesinden de görüleceği gibi, Metafizik ilk olarak Fiziğin ötesi olarak Tin alanını gösterir: Tinsel olan fiziksel değildir. Logos ya da arı mantıksal düşünce alanı metafizik sözcüğü tarafından belirtilmesi istenen asıl alandır, ama mantıksal olarak Doğayı önceler, ve buna göre Logos metafiziksel ya da fizik-ötesi olmaktan çok, tam tersine fizik-öncesidir.


Metafizik Pozitivizmin ortadan kaldırmayı istediği ya da kaldırdığını sandığı şeydir. Yine, Kant'ın da metafiziğe izin vermediği düşünülür. Pozitivizmin kendisi fizik olmadığı düzeye dek meta-fiziktir. Ve kendini bilmediği için, gerçekte kendini yadsıyan bir meta-fiziktir çünkü kendisi bir kuramdır. Kant'ın metafiziği yadsıması ise benzer olarak yalnızca bilince sınırlı bir yadsıma, böylece metafiziğin yalnızca bilinçsiz doğrulanışıdır. Kant için herşey bilinçte, fenomen alanındadır, ve nesnel numenon alanına, gerçek varlık alanına çıkış yasaktır. Bu bilinemez alanın fizik-ötesi olduğunun bilindiği söylenemez.

Metafizik kavramını anlamamanın ve salt bu nedenle ona yapılan saldırıların nedeni Varlık ile normal olarak ve bütünüyle yanlış olarak duyusal ve tinsel olanın anlaşılmasıdır. Varlık bir soyutlama, saltık soyutlamadır, ve soyutlamanın ne demek olduğu düşünülürse, Varlık kavramının ne doğal ne de tinsel hiçbir belirlenim kapsamadığı düşünülürse, böyle saldırılara hedef olmayı başaramayacağı da anlaşılır. Gerçekten de bu saldırılar bütünüyle hedef dışıdır çünkü hedeflerinin duyusal, özdeksel, ya da tinsel olduğu sanısı içindedirler. Eğer bu saltık soyutluğu içinde Varlığın varlığından söz etmek olanaksız görünüyorsa, bu yine aynı yanılgıyı yinelemek olacaktır. Varlık duyusal ve tinsel değildir, ve böyle olarak tüm kavramların, Platon'un İdealar dediği, Herakleitos'un Logos dediği düşünce-belirlenimleri alanının yüklemidir. Nitelik, Nicelik vb. gibi kavramlar hiç kuşkusuz düşünülebilirler, bilincimizdedirler, tinseldirler. Ama bunların yalnızca düşünüldükleri sürece varolduklarını söylemek felsefenin değil, sözde Metafiziği çürüttüğü sanılan görgücülüğün işidir. Bu nedenledir ki Metafizik ile anlaşılan şeyi yoketme görevi kendisi salt öznel ve böylece sözcüğün en doğru anlamında "metafiziksel" olan görgücülükten çok Kant'ın eleştirel felsefesine bırakılır. Ama Kant'ın eleştirel felsefesi salt fenomenler ile ilgili olduğu için kendisi aynı öznellik ve tek-yanlılık ile yüklüdür.

BİLİM FELSEFESİ VE BİLİM TARİHİ

Bilim Felsefeciliğinin metafiziği, evrensel nesnel kavramların realitesini yadsımasının bir sonucu görgül bilimlerin ele aldığı ve kullandığı kavramların kendilerinin salt kültürel oldukları görüşüdür. Bu görüşe göre, görgül bilimlerin tarihi denmesi gereken şey bir deneyimler süreklisi değil ama bir paradigmalar süreksizliğidir. Bir tarihsel gelişim sürecinde göreli biçimlerden saltık biçimlere doğru evrimlenen bir bilimler süreklisi yerine, birbirinden kopuk, birbiri ile iletişimsiz ve eşölçümsüz paradigmalar türlülüğü vardır. Bilimler bir gelişme değil ama bir türlülük sergiler. Gerçekte bir bilimsel "süreç"ten bile söz edemeyiz çünkü süreç kavramının kendisi bir sürekliliği imler.

Gerçekte, deneyim alanı bilimin ham gerecidir, ve bir deneyim nesnesi olarak bütün bir evren bilimsel düşünme sürecinde sürekli olarak yeni deneyim biçimlerine doğru değişir, birbirini izleyen deneyimler dizisi, birbirini izleyen realite tabloları kavram bağıntılarının değişimi ile deneyimlerin kendilerinin de değişim içinde olduğunu gösterir. Deneyimlerin değişimi kavramların değişimi değil ama kavramların bağıntılarının değişimidir. Deneyimin ötesine geçen, deneyimi olumsuzlayan herşeyden önce deneyimin kendisidir, ve bu süreklilik görgül bilimin tarihi dediğimiz şeydir. Bilim Felsefeciliği "paradigma" kuramına bağlı "eşölçümsüzlük" kavramı gereği bilimsel sürekliliği, Bilim Tarihinin kendisini yadsımak zorundadır.

 
BİLİM NİÇİN FELSEFEYE GEREKSİNİR?

Görgül bilim niçin kendine yeterli değildir?
Görgül bilimler salt deneyimden türedikleri sanısı içinde oldukları düzeye dek gerçek anlamda bilimler değildirler, çünkü deneyim alanı tekil olanın alanıdır ve usun ve bilimin gereksindiği evrenselliği vermez. Deneyim (ya da algı, sezgi, izlenim, realite vb.) bilimsel düşüncenin çözeceği problemin kendisidir, çözüm değil. Bilimsel düşünmenin deneyimin sınırları içerisisinde kalması ve onun ötesine geçmemesi realizm dediğimiz tutumdur. Ama bilimin realiteye borcu yemek yemenin yenilen besine borcu gibidir. Bilim duyusal-deneyimin ötesine gitmeli, onu tüketmeli, onu kavramsallaştırmalıdır.

'Bilim Felsefesi' adının kendisi görgül bilimlerin, deneyim ile aynı düzlemde kalan düşünmenin kendine yetersiz olduğunun, görgül realitenin ötesine geçme dürtüsünün anlatımıdır. Bu bir dürtü olmaktan bilinçli bir karar olma düzeyine yükselmelidir.

Us deneyimin ötesine, arı Usun kavramsal alanına gitmeli, Kant'ın salt kişisel bir yeğleme sorunu olan ve ussal bir zemini olmayan kuşkuculuğunu dinlememelidir, çünkü deneyimin kendisini belirleyen, ona tikel bir deneyim olma biçimini veren şey usun kavramlarıdır. Kant'ın "anlak-kategorileri" dediği şeyler gerçek belirlenimleri içinde usun kavramlarından başka birşey değildir. Eğer bu kavramlar özsel bağıntılarından, özünlü diyalektiklerinden soyutlanmış olarak, analitik olarak alınırsa, eğer karşıtları ile zorunlu bağıntıları olmaksızın da belirli ve kendileri oldukları sanılırsa, o zaman kavram olma karakterlerini yitirirler. O zaman Kant'ın sözde eleştirel felsefesinde olduğu gibi salt öznel olurlar, bilincin dışına çıkamazlar, realite ile ilgisiz tek-yanlı bir idealite olarak kalırlar. Bu öznel-idealizm ile anlatılan şeydir.

Görgül Bilim ilkin nesnelerini dışsal olarak varolan ve düşünen özneden bütünüyle bağımsız kendilikler olarak görür. Bu felsefede sözde "realizm" denilen tutumun gerçeğidir. Böyle "bilim" için "nesne"nin kendisi tek-yanlı nesnellik belirleniminde geçerlidir ve böyle "bilim" nesnenin o denli de özne olduğunu, bir düşünce de olduğunu düşünemez. Görgül bilim nesnelerini belirlemede öznenin kategorilerini kullanır ve gene de bu kategorilerin özneden bağımsız nesnel belirlenimler olduğunu sanır. Örneğin "eksiksiz olarak katı cisim," "sonsuz küçüklük," "özdeksel nokta," "eksiksiz gaz" gibi kavramlar bu "deneyimsel" bilimin deneyimsel olmayan ideal ya da salt düşünsel belirlenimleridir. Ve gene de görgül bilimci kendi bilincinin içinde olmadığını, nesnel realiteyi düşündüğü sanısı içindedir. Görgül bilim Usun tam bilinçsizliği içinde yapılır. Doğrulama ya da yanlışlama sınamalarının "nesnel" olduğu sanılır. Ama Carnap ve Popper her ikisi de görgül sınamalarını öznel bilinçlerinin içerisinde yaparlar, tam olarak reddettiklerini sandıkları metafiziğin içinde olduklarının bilincinde değildirler. Tam olarak bu bilinçsizlik pozitivizmin olanağıdır.

Sağduyu ya da genel olarak doğal bilinç diyebileceğimiz düşünme kendini nesnesinden ayıran düşünce yetisidir ve bu ilkin olgunun bilinci onu özne ve nesne problemini, düşünce ve realite arasındaki karşıtlık sorununu irdelemeye götürür.


BİLİNÇ VE ONTOLOJİ

Bilim Felsefeciliği bir kural olarak Us düzleminde değil ama Bilinç düzleminde çalışır. Bilincin kendisi nesnesinden bütünüyle ayrı bir doğadadır. Bilinç ve Varlık arasında, eşölçümsüz ya da iletişimsiz iki töz olarak res cogitans ve res extensa arasında aşılamaz bir uçurum olduğu kabul edilince, varlık ya da realite dokunulmaz ve erişilemez bir kendinde-Şey olarak bir yana bırakılır ve yalnızca bilim sürecinde özneyi ilgilendiren problemler ele alınır. Mantık biçimselleştirilir, ya da daha iyisi simgeselleştirilir, ve "açıklama" ya da daha iyisi "betimleme" bilimin işi olarak görülür.

Ontolojinin nesnesi olan Varlık olarak Varlığı duyu-deneyimi yoluyla doğrulamayı istemek, duyusal olanın oluşta değil ama var olduğunu imgelemek sıradan blilinci "duyusal," giderek "fenomenolojik" bir ontoloji türetmeye götürür. Dolaysız, belirlenimsiz Varlığın duyusal olmayan karakteri böyle "görgül" ontolojilere izin vermez. Ama sıradan bilinç böyle mantıksal yasaklara aldırmaz ve varlık-olmayan birşeyi, görüngüyü, varoluşu, olguyu vb. ontolojinin nesnesi olarak almayı seçer.

BİLİM FELSEFESİNDE REALİZM TEMASI

"Niçin dizgesellik ileri süren bir felsefenin metafiziksel olarak idealistik olarak alınabileceğini anlamak güç değildir, özellikle dizgenin büyük bir bölümünün bir Realphilosophie olduğu ogusunu dikkate aldığımız zaman. Çünkü, eğer dizge özerk ve kendi içinde kapsanmış ise, ve verili herhangi bir belirlilik üzerine dayanmadığı ama tersine tüm belirlilikleri içeriden yarattığı için böyle ise, görünürde ölümcül soruyu sormalıyız: Nasıl bu felsefe, yaygın olarak Hegel'in yaptığının kabul edildiği gibi, realite ve düşüncenin kötü ünlü indirgenmesini ya da özdeşleştirilmesini yapmadıkça reel olandan söz edebilir? Dizgesellik en berbat ve modası geçmiş biçimden bir felsefenin saltık, metafiziksel olarak idealistik bir özdeşlliğini doğurmaz mı? Tüm belirliliklerinin kendi kendilerini ve katı olarak içkin bir tarzda yarattıklarını ileri süren bir felsefe nasıl olur da reel olanı ele alabilir — reel olan felsefi düşünce ile özdeş, ya da onun bir ürünü, ya da başka türlü ondan türevsel olarak alınmadıkça?"
("The Very Idea of the Idea of Nature, or Why Hegel Is Not an Idealist?" William Maker, Hegel and the Philosophy of Nature)


Hegel and the Philosophy of Nature (edited by Stephen Houlgate, 1998, State University of New York Press, Albany).

William Maker'in bu pasajı doğal bilincin düşünce ve varlık arasındaki ilişkide yaşadığı güçlüğü örneklendiren ölçün bir anlatımdır. Doğal bilinç ideal ve reel olan arasındaki ilişkiyi karşıtlık ilişkisi olarak alır. Hiç kuşkusuz insan düşüncesi bilincin dışındaki olgusallık ile aynı şey değildir ve Kant bu ilişkide olgusallık/realite yerine kendinde-Şey anlatımını geçirerek doğal bilincin kuşkuculuğunu pekiştirir. Öte yandan Hegel, Descartes, Spinoza kavram ve varlık, res cogitans ve res extensa, düşünce ve uzam gibi çiftleri kullanırlar. İnsan düşüncesinin reel olana ulaşabilmesi, onunla iletişim kurabilmesi için onunla bir ve aynı olması gerekir ve bu problem ile ilgili olarak kullanılan "bağdaşma," "karşılık düşme/correspondence" gibi bulanık anlatımlar gerçekte bu özsel özdeşliği anlatmaktan çok yararlı bir belirsizlik, bir kuşku yaratırlar. Doğal bilinç karşıtların bu birliğini doğrulamayaz, çünkü onun için var olan, reel olan ancak ve ancak duyusal-özdeksel olabilir. Doğal bilinç daha şimdiden kendiliğinden duyumcu ya da özdekçidir. Ama doğal bilincimiz belki de düşüncenin varlık ile özdeşliğini ilkin reel olanı düşünmekte olduğunun bilincine yükselirse anlayabilir.

BİLİM FELSEFESİNDE REALİZM PROBLEMİ

Bilim Felsefesi görgücü başlangıç noktasında direttiği sürece görgül Bilimin kendisinin yaptığından daha iyisini yapamaz. Tümevarım, andırım, olasılık, tahmin gibi Bilime izin vermeyen tasarımların ötesine geçemez ve nesnel Kavramsal Dizgeye, gerçek mantıksal yapıya yabancı kalır. Görgül bilimler görgül yöntem üzerine dayandıkları sürece yöntemin görgül karakteri tüm problemin kaynağıdır. Gözlem, deneyim, duyusal-algı — bunlara yöntem denir ve gerçek doğaları bilinmeyen bu yordamların bilimin nesnelliğinin güvencesi olduğunu ileri süren bilim felsefecileri vardır. Bu aygıtların tümü de özneldir ve doğal bilinç duyum, algı, deneyim vb. dediği süreçlerde kendi dışında olduğunu imgelerken gerçekte yalnızca kendi içindedir, düşünmekte, algılamaktadır, ve bunlar kendi beyninin öznel işlemleridir. Bu bilinç kendi içinden çıkmayı, nesnellik dediği dışsal dünyaya gitmeyi başaramaz. Nesnel olan ile duyusal, algısal, giderek görüngüsel olanı anlamak doğal bilincin tüm problemini çözümsüz bırakan düşüncesizliğidir.

Nesnel olan öznel olanın karşıtı olarak anlaşıldığında hiç kuşkusuz öznel olmaması gerektiği düşünülen gerçekliğin ölçütü olarak kabul edilmiş olur. Ve duyumun, bilinçte olan deneyimin, gözlemin vb. öznelliği ile karşıtlık içinde, nesnellik kavrama, düşünceye aittir, çünkü nesnel olanda belirli olan ancak kavram yoluyla anlatılır, duyum yoluyla değil. Düşüncenin bu nesnelliği pozitivizmi tüm felsefeye başkaldırmaya götüren bağıntıdır. Oysa bu bilinç de dışsal, nesnel, reel dediği herşeyi ancak düşünce ile, bir kavram ile anlatabilir, ve bu şaşkınlık içinde tam olarak yadsıdığı şeyi kendisinin yaptığını anlamaz. Özdek, uzay, zaman, kütle vb. birer duyum değil ama düşünce ya da kavramdır. Platon İdeaları nesnel olarak, ve insanda İdeaları düşünen yetiyi Nous olarak, Us olarak gördü.

BİLİM FELSEFESİ; BİLİM; YALANCI-BİLİM; GÖZLEM

Erken pozitivistler bilimin gözlem üzerine dayanırken yalancı-bilimin gözlem üzerine dayanmadığını ileri sürdüler. Örneğin nokta, çizgi, giderek sayı, eşitlik vb. gibi kavramlar, aslında tüm kavramlar gözlem nesneleri değildir. Gözlemin duyusal bir yanı vardır. Ve kavram o duyusal yana ait değildir ve gözlemin duyusal yanı değildir. Ama kavramsız bir gözleme gözlem diyemeyiz ve gözlemden, deneyimden, olgudan vb. kavramı soyutlarsak nesnel olan yanı soyutlarız.

Pozitivizmin görüşüne göre geometri, matematik, aslında kavramları konu aldıkları düzeye dek genel olarak bilim denilen şeyin kendisi bilimsel değildir. Einstein geometriyi kavramsal karakterinden kurtarıp onu fiziksel geometriye, pergel-cetvel geometrisine indirger. Çünkü bilginin bir "duyusal-algı" sorunu olduğunu düşünür (The Meaning of Relativity).

Herşeyi bilmedikçe hiçbirşeyi bilemeyiz. Bu yalın anlatım dizgenin bilgisinin ancak bileşenlerin bilgisi ile, ve bileşenlerin bilgisinin ancak dizgenin bilgisi ile olanaklı olduğunu bildirir.

 

AÇIKLAMA VE BETİMLEME PROBLEMİ


Açıklama Bilim Felsefeciliğinin parolasıdır.

Bilim Felsefeciliği Açıklamayı en önemli sorun olarak, aslında bilimin amacı olarak görür. Ama Bilim Felsefecileri arasındaki daha tutarlı kesim Açıklamayı da bir Metafizik olarak görerek Bilimin yalnızca Betimleme yapması gerektiğinde diretir. Betimleme fenomeni ya da olguyu dolaysızlığı içinde tutar, nedenselliğe, David Hume'in doğru olarak duyusal olarak algılanmadığını gördüğü kavrama dokunmaz, böylece duyusala daha yakın durur. Köktenci pozitivizm hermeneutiğe, ya da yazınsal eleştiriye, ya da giderek roman ve masal türüne daha da yaklaşır.

Bilim Felsefesi Bilimin görevinin ya da işlevinin "açıklama" getirmek olduğunu ileri sürmek zorundadır, çünkü "açıklama" bilgi değil ama her nedense bilgiden ayrı olması gerektiği düşünülen "anlama" edimidir. Görgücü öncülleri üzerine, Bilim Felsefesi bilgi, gerçeklik, pekinlik, saltıklık gibi kavramların varlığını reddetmek zorundadır.

 

 

Açıklamanın kendisi açıklanmalıdır ve bu işi üstlenenlerden biri Hempel'dir. Hempel'e göre:

A scientific explanation of a fact is a deduction of a statement (called the explanandum) that describes the fact we want to explain; the premises (called the explanans) are scientific laws and suitable initial conditions. For an explanation to be acceptable, the explanans must be true.  (http://www.iep.utm.edu/hempel/ )

Bir olgunun bilimsel bir açıklaması açıklamayı istediğimiz olguyu betimleyen bir bildirimin (ki bunlara explanandum/açıklanan denir) tümdengelimidir; öncüller (ki bunlara explanans/açıklayanlar denir) bilimsel yasalar ve uygun başlatıcı koşullardır. Bir açıklamanın kabul edilebilir olması için, açıklayanlar doğru olmalıdır.

Hempel formüle ettiği tümdengelimli-nomolojik yöntem ile tümevarımcı yöntemin olasılıkçı belirlenimsizliğinden belirlenimciliğe, determinizme ulaşmayı ister.

According to the deductive-nomological model, the explanation of a fact is thus reduced to a logical relationship between statements: the explanandum is a consequence of the explanans. This is a common method in the philosophy of logical positivism.

Tümdengelimli-nomologic modele göre, bir olgunun açıklaması böylece bildirimler arasındaki bir ilişkiye indirgenir: Açıklanan açıklayanların bir sonucudur. Bu mantıksal pozitivizm felsefesinde ortak bir yöntemdir.

an explanation requires scientific laws; facts are explained when they are subsumed under laws.

bir açıklama bilimsel yasalar gerektirir; olgular yasalar altına alınınca açıklanır.

Pozitivizm olgunun kendisinin de türevsel olduğunu, yasalar tarafından belirlendiğini kabul etmemelidir, çünkü yasalar pozitif olgular değildir. Ama yasa nedir? Hiç kuşkusuz yasa fiziksel bir olgu, duyusal olarak belirlenebilecek bir deneyim, gözlem, algı vb. değildir. Pozitivist ölçütlere göre, yasanın kendisi fizik-ötesi ya da metafiziksel olmalıdır. Ve gerçekte öyledir. Tümdengelimin kendisinin açıkça mantıksal-metafiziksel bir olgu olmadığı olgusunu Hempel'in yüzüne vurmuyoruz.

Hempel Açıklama dediği şeyi tam olarak onun yardımıyla yadsımaya çalıştığı metafizik üzerine dayandırır.

Pozitivistler bön, giderek imbesil delikanlılardır. Mantıksal pozitivizmin 1960'lara dek sürdüğü ve Hempel'in kendisinin doğrulamacılığı terk etmesi ile çöktüğü düşüncesi geçersizdir çünkü pozitivizm çökmüş değildir. Kavramsız olguları gerçek sayan ve kavram ve kuramı böyle olgulardan türetmeye ya da onlara dayandırmaya çalışan naiv bakış açısı her zaman aramızdadır. Doğal bilincin kendi el yordamları ile türettiği "felsefeler" hiçbir zaman olgulardan kavram ulaşmayı başaramaz.

 

BELİT (AXIOM)


Belitler nesnel "gerçeklikler" olarak kabul edilir, "doğruluklar" olarak değil çünkü soyut kavramsal belitin kendisine karşılık düşen görgül, pozitif bir nesnesi yoktur. Ama gerçekliğin tanıtlama gerektirmesi ölçüsünde, belitler gerçek değildir. Belitler Kavramları tanıtlama olmaksızın, eş deyişle tasarımsal olarak kullanır. Bu onların gerçekliğini belirsiz bırakır ve bu belirsizlik daha sonra Belitlerin pozitivist bilinç tarafından doğrudan doğruya keyfi önermeler ya da sayıltılar olarak görülmesinin zemini yapılır (örneğin aşağıda Frederick Suppe'ın aktardığı gibi). Belitlerin tanıtlama gerektirmemeleri dolaylılığı dışlamaları, birer ilk ya da dolaysız olmaları demektir.

Öte yandan, pozitivist düşüncenin belitlerin gerçekliğini reddetmesi bütününde usun ve ussal gerçekliğin reddedilmesinin zorunlu sonurgusudur. Russell "usun matematikte de tahtından indirilmesi" gibi birşeyden söz eder. Hilbert ise keyfi sayıltılar üzerine bilim kurma girişiminde bulunur. Gene de Hilbert'in tüm fizikselciliğine ve görgücülüğüne karşın insanın bilme gücüne duyduğu güvene katılmalı, bunu Hilbert'in kendi yöntemleri tarafından çürütülen bu ideali onun kendisine karşın doğrulamalıyız: "Wir müssen wissen. Wir werden wissen."

BELİTLER VE TEOREMLER

Bilim Felsefesi yazınında sık sık "belitlerden türetme," "beltilerden çıkarsama," "belitlerden tümdengelimgibi enteresan anlatımlar kullanılır, sanki belitler içlerinde önermeler, daha doğrusu teoremler kapsayan paketler imiş gibi. Bilim felsefecisinin sık sık yararlandığı sözcüklerin anlamlarını bilmediğini görürüz. Euklides'in yaptığı şey daha tam olarak belitlerden bireşim ya da sentezlemedir — sentetik geometri. Ama belitsel ya da sentetik yöntem bilgi için uygunsuzdur, çünkü kavramsal sağınlıktan yoksun dışsal bağıntıya izin verir ve tanıtlaması salt sözeldir.

Belitler, gerçeklikler olarak görüldüklerinde, nesneldirler. Bu onların yalnızca öznel insan düşüncesinin uylaşımları, kurguları, tasarımları olmadıkları anlamına gelir.

 

 

BELİT KAVRAMININ BOZULMASI

Frederick Suppe ("A Companion to the Philosophy of Science," Blackwell, 2001, s. 26):

"The earlier demand that axioms be self-evident or basic truths gradually gave way to the idea that axioms were just assumptions, and later to the idea that axioms are just designated sentences used to specify the theory."

"Belitlerin kendiliğinden-açık ya da temel gerçeklikler olması biçimindeki erken istem yerini dereceli olarak belitlerin yalnızca sayıltılar oldukları düşüncesine, ve daha sonra belitlerin yalnızca kuramı belirlemek için kullanılan saptanmış tümceler oldukları düşüncesine bıraktı."

Belitlerin sayıltılar ya da uylaşımlar oldukları düşüncesi yalnızca keyfi bir tutumun, bilimlerde Usun terk edilmesinin doğal sonucudur. Görelilik Kuramlarının usdışı gerektirimleri, Quantum Kuramının sözde indeterminizmi görgül bilinci Usu bir baskı aygıtı olarak, engelleyici olarak, yadsınması gereken bir rahatsızlık kaynağı olarak görmeye götürdü. Düşüncenin ussal disiplininin yokluğunda, her tür uydurma bilimsel önsavların dokusuna alındı. Einstein'ın kendisi bilgiye karşı imgelemi över: "İmgelem bilgiden daha önemlidir."

Ernst Nagel'den şunları öğreniriz ("Gödel's Proof," 1958, 2004, s. 5):

"The axiomatic method consists in accepting without proof certain propositions as axioms or postulates and then deriving from the axioms all other propositions of the system as theorems."

"Belitsel yöntem tanıtlama olmaksızın belli önermeleri belitler ya da konutlamalar olarak kabul etmekten ve sonra belitlerden dizgenin tüm başka önermelerini teoremler olarak türetmekten oluşur."

http://plato.stanford.edu/entries/frege-hilbert/

BİÇİMSEL MANTIK


Biçimsel mantığın içeriksiz olduğu söylenir. Ve buna göre içerik ile fiziksel, özdeksel, duyusal şeyler, şuradaki taş ve toprak, oradaki tahta ve kereste vb. anlaşılır. Ama İçerik tam olarak Biçimin bağıntısı, onun ayrılmaz karşıtı, Biçimi Biçim yapan şeydir. İçeriksiz Biçim salt bir soyutlamadır, gerçekliksizdir, pozitif olanın tam karşıtıdır. Pozitivizm özsel bir bileşeni olan sözde bir "mantığı" özellikle pozitif olandan, olgudan ayırır.

Simgesel mantığı düşünürsek, açıktır ki simgeler bile kendileri olmayan bir başkasını içerik olarak taşırlar, ve onları birer simge yapan şey tam olarak bu içerikleridir. Hiçbir içerik olmadığında p yalnızca p, q yalnızca q bile değildir, çünkü p ve q bile birer harf olarak salt simgesi oldukları şeyi anlatırlar.

 

 


BİLGİDE ÖZNELLİK VE NESNELLİK


Doğal bilinç duyusal olanı nesnel olarak alırken, kavramı ise salt insan düşüncesi olduğu için öznel olarak alır. Bu sağ-duyu tutumu genel olarak görgücülüğün zeminidir ve Bilim Felsefesi yazarları bilgi dedikleri tasarımı duyusal olana yaklaştırma eğilimi içindedirler.

Bilgi kavramsaldır, çünkü bir yandan kavram nesnel olanı anlatırken, öte yandan duyusal öznellik ile karşıtlık içindedir.

Duyu duyumsar. Duyu Varlığı duyumsamaz. Duyu bilmez. Arı duyum, Algının tersine, öznede kavramsızdır. Algı ise duyumdan ilkin Kavram içermesi yoluyla ayrılır. Kare, Nokta, vb. algılanır, duyumsanmaz. Kavram yatırımı olmaksızın belirsiz bir duyumdur.

Platon'un Bilgi Çözümlemesi. İdealar nesneldirler, varlıkları insan bilincinden bağımsızdır. İdeayı ancak idea bilebilir: İdea ancak kendini bilebilir. İnsanda İdeaları bilen yeti Noustur.

Bilgi açıklama değil, tanımlama değil, ama tanıtlamadır. Tanıtlama tasarımı kavrama yükseltir, ve felsefenin görgül olan ile, realite ile ilişkisini gösterir. 'A priori' denilen ve bütünüyle genel olan anlatımın bilgi ile ilişki içinde geçerli kullanımı yalnızca görgül kaynaklı olmayan, tersine kendisi görgül olanı, deneyim belirleyen ya da biçimlendiren kavramı anlatmak için kullanımdır. Deneyim kavram tarafından belirlenir, yapılandırılır, ya da, başkalarının deyimiyle, deneyim kavram yüklüdür. Deneyimde bilinecek olan duyusal olan değil, çünkü duyular duyumsar, ama kavramsal olan yandır. Doğa fenomenleri biçimsel olarak ve böylece özsel olarak kavramsaldırlar ve bilebileceğimiz yan bu tekilleri belirleyen evrenselleridir.

 

 


TANITLAMA VE BİLİM


Bilim Kavam, Doğa ve Tin alanlarının ussal bilgisidir: Usun Bilimi, Doğanın Bilimi, Tinin Bilimi.

Bilimin Kavramı tanıtlanmış Bilgiyi, ya da eğer Bilginin Tanıtlamayı içerdiğini düşünürsek, kısaca Bilgiyi içerir. Tanıtlama Yöntem yoluyla üretilir ve Yöntemin ürünü Kavramsal Dizgedir.

Tanıtlamanın tanıtlanmamış hiçbirşey üzerine dayanmaması ve kendisinin tanıtlanmamış hiçbirşey kapsaması gerekir. Ama tanıtlama tanıtlanmamış olandan, kendi karşıtından yola çıkar ve bu düzeye dek onu kapsar, ona dayanır. Bu görgül bilimin kurgul bilime ya da felsefi bilime gereksiniminin biricik gerçek nedeni ve açıklamasıdır.

Belitler (axiomlar) tanıtlamanın dayanağı sorununu çözmenin bir yolunu sunuyor görünürler, çünkü kendileri tanıtlamaya gereksinmeyen dolaysız gerçekliklerdirler. Ama kendileri belitsel olmayan dayanaklar taşıdıkları ölçüde istedikleri şey olmayı başaramazlar (Örneğin "Nokta parçası olmayandır" beliti açıkça görüldüğü gibi kendileri aksiyomatik olmayan "parça" ve "olumsuzlama" gibi terimlere dayanır.)

 

 

GÖRGÜL BİLİM


Doğal olanı bilme gereksinimi Usun doğasından kaynaklanır. Düşüncenin Doğaya kuramsal yaklaşımı özsel olarak onda kendini bulmayı, Doğanın düzensiz, usdışı görüngülerini ussallaştırmayı amaçlar — Kaosu Kozmoza yükseltmeyi. Aristoteles usun bu dürtüsünü, kendini bilinçsizce anlatan bu duyguyu "merak" ya da "hayret" olarak adlandırdı. Usun kaostaki kozmozu görme isteği kendini ilk olarak yasalar türetmede gösterir. Deneyim alanı zorunluk ve evrensellik benzeri belirlenimler gösterdiği yerde usun kurallılık istemine yanıt verir. Görgül bilimin çıkış noktası deneyim olduğu için, burada, bu tekil fenomenler alanında evrensel ancak tekil olanın bir türevi ve işlevi olabilir. Düşüncenin bu işlevi Tümevarımdır.

Bu Anlak aşamasında bilinç henüz ussal özünün bilinci değildir. Henüz kavram ve realitenin birliğinin bilinci değildir. Tersine, bilinç kendini nesnesinden ayrı görür. Ve haklı olarak kendi öznelliğine Bilginin ve Bilmiin değerini veremez.

Bilgi Özneye aittir ve kavramsaldır. Bilgi kavram bağıntılarıdır ya da kısaca ussaldır.

Newton, Principia, Genel Not

"Bu felsefede [Newton'ın "Doğal Felsefesi"] tikel önermeler fenomenlerden çıkarsanmış, ve daha sonra tümevarım yoluyla genelleştirilmişlerdir. Cisimlerin içine-işlenemezlik, devingenlik ve dürtüsel kuvvetleri, ve devim ve yerçekimi yasaları böyle keşfedilmiştir. Ve yerçekiminin olgusal olarak varolması ve açıkladığımız yasalara göre davranması bizim için yeterlidir, ve göksel cisimlerin ve denizlerimizin tüm devimlerini açıklamak için gerektiği gibi hizmet eder."

 

GÖRGÜL BİLİMLER VE DOĞA FELESFESİ


Hegel Doğa Felsefesi’nde şöyle yazar:

‘‘Görgül Fiziğe karşı belirtilecek ilk şey onda kabul ettiğinden ve bildiğinden çok daha fazla düşüncenin bulunduğu, ve sandığından daha iyi olduğudur; ya da, eğer Fizikte düşünce bir bakıma kötü birşey sayılacaksa, sandığından daha kötü olduğudur. Öyleyse Fizik ve Doğa Felsefesi birbirlerinden algılamanın ve düşünmenin birbirlerinden ayrıldığı gibi değil, ama yalnızca düşünmenin tür ve tarzı yoluylaayrılırlar; ikisi de Doğanın düşünce yoluyla bilinmesini anlatırlar.’’

Görgül Fizik kavramları tasarım biçiminde alır ve aralarındaki bağıntıları yöntemsel olarak değil ama deneyimsel olarak kurar.

Kavramsal Süreklilik

Doğa Felsefesi, tüm tinsel gelişme boyutlarında olduğu gibi, düşüncenin sürekliliğini varsayar. Bir kavramın ya da kavramsal bağıntının doğuşu zorunlu olarak önceleyen belirlenimlerin doğmuş olmasını gerektirir. Kavramsal gelişim herhangi bir öncüle gereksinmeksizin ara bir noktadan başlayamaz ya da süremez.

 

 


DOĞA NEDİR?


Doğa karşıtını ve dolayısıyla gerçek belirlenimini Tinde bulur. 
Doğanın mantıksal açınımı Uzay, Zaman ve Özdek kategorileri ile başlar, bu kategoriler ve Tin alanına dek onları izleyen tüm kategoriler sözcüğün gerçek anlamında Doğanın belirlenimini, biçimini, kuramını ve onun bilgiye açık yapısını oluştururlar.

Doğanın Yarıtılışı tasarımı dinsel bilince aittir. Eğer 'yaratılış' terimini kullanacaksak, Doğa sürekli yaratılıştır, kesintisiz bir süreçtir, eş deyişle Oluştadır. Her kıpıda yeniden yaratılmaktadır, eş deyişle kesintisiz Değişimdir.

Uzay, Zaman, Özdek nicel olarak sonsuzdurlar, bir bakıma Nicelik kategorisinin kendisinin cisimselleşmeleri gibidirler. Big Bang kuramı görgül/deneyimsel temelleri gereği Sonsuzluğudoğrulayamaz ve buna göre kaçınılmaz olarak Sonluluk kategorisini tek yanlı olarak başlangıç yapar. Ussal düşünce için Doğa, bütün bir özdeksel Evren ilksiz-sonsuzdur.

Doğa gelişir ve Doğanın gelişiminin ereği homo sapiensin doğuşu, Tinin ortaya çıkışıdır. Tin ve Tinsellik Doğa ve Doğallık ile karşıtlık içinde durur.

Doğanın kavramsal biçimi onun ussal yanıdır ve Bilim Doğanın kavramsal özü ile ilgilenir. Doğanın belirli Niteliklerinin, Niceliklerinin vb. irdelemesi bu Nitelik, Nicelik vb. gibi kavramların kendilerini, eş deyişle arı ya da saltık/soyut doğalarını irdelemeyi gerektirir. Niteliği bilmeden belirli Niteliği bilmek olanaksızdır. Bu nedenle Mantık Bilimi, evrensel soyut Usun irdelemesi Doğa ve Tin alanlarının irdelemesini öncelemelidir.

Doğa Özdeğin ve Biçimin birliğidir. Biçimsiz Özdek bir soyutlamadır, özdeğin salt Kavramıdır.

Doğanın biçimi Doğanın Kavramlarıdır. Uzay, Zaman, Özdek, ve Kütle, ve Devim, ve Kuvvet, İvme, ve sonunda Tin alanın ulaşıncaya dek. Tin alanı Doğa alanına dayanır, onu varsayar, onunla koşulludur, onun tarafından belirlenir.

Doğa Kavramlarının özsel bağıntıları Doğa Yasaları dediğimiz belirlenimlerdir.

 

 


DOĞA FELSEFESİ VE BİLİM FELSEFESİ


Doğanın kavramsal yapısı Doğa Felsefesinin konusudur. Doğanın bilgisi insan düşüncesinin kategorilerinin (uzay, zaman, özdek, kütle, vb.) yalnızca öznel değil ama nesnel de olmalarını, insan düşüncesinin tözünün Doğanın özsel-biçimsel belirlenimlerinin tözü ile birliğini gerektirir.

Öznel kategorinin (örneğin Uzay kategorimizin) nesnel kategori ile (örneğin reel Uzay kategorisi) ile birliğini yadsıyabiliriz ve söz gelimi Kant gibi düşünerek nesnel Uzayın bir kendinde-Şey olarak bizim uzay kategorimize saltık olarak kapalı olduğunu düşünebiliriz. Kavramlarımızın bilincimizin öznelliğinin ötesine geçemediklerini, salt bilinçte olan ile, fenomen ile ilgili olduklarını düşünebiliriz. Ya da görgücülük gibi öznel düşüncelerin nesne ile hiçbir bilişsel ilgi ve ilişkilerinin olmadığını düşünebiliriz.

Bu ikicilik durumunda bilimsel etkinlik ve bilim dediğimiz şeyin bilgi değil ama sanı, gerçeklik değil ama olasılık üretmek zorunda olduğunu kabul etmek zorunda kalırız. Bilim Felsefeciliği pozitivist karakteri gereği bilgiyi özneye sınırlar.

Bilim Felsefesinin Doğa ve Tin alanlarının bilimlerinin felsefesi olması gerekir.

Bilim felsefesi, görgül öncülleri gereği, bilimin bilgi değil ama açıklama üreteceği vargısını çıkarır. Aslında açıklamanın da bir 'metafizik' olmasından ötürü, yalnızca betimleme üretmesi gerektiği görüşünü doğrulamaya yönelir.

Doğa Felsefesi nesnelerini yalnızca verili olarak kabul edemez, çünkü bu varlık kipi görgüldür, deneyimseldir, ve varlık salt bir duyu-pekinliği sorunu değildir. Bilimin fenomenleri özlerine bağlaması, zorunluklarını göstermesi, onları varlıkları açısından tanıtlaması gerekir. Bir parçacığı salt dışsal gözlem aygıtları ile saptamak yeterli değildir. Bu pekala doğru olabilir;ama olumsallık Bilim için yeterli değildir; nesne gerçek olmalı, var olmalıdır.

 

 

Bilim salt öznel değil, ama nesnel de olmalıdır. Bilgi kavramın kavram ile, insan düşüncesinin nesnel uzay, zaman vb. belirlenimleri ile birliğini (çakışma, karşılık düşme, örtüşme vb.) imler.

Görgücülük için öznel kavram salt kendisi ile, salt öznel kavram ile ilişkilidir. Bu Hegel'in öznel İdealizm dediği şeydir.

 Olgu tekildir, salt kendisi için konuşur. Benzer olgular doğal mantığı bir andırım tasımı yoluyla tümevarıma götürür. Aslında tümevarım ve tümdengelim bir ve aynı evrenselin iki yönüdür.

Matematiksel formalizmde salt nicel olandan daha çoğu ele alınır, ve denklemlerde yanlar nicel terimlerin altında nitelikleri kapsarlar. Niceliklerin bağlantılarının kendileri (eşitlik, oran, üs ilişkileri) nicel olmayan belirlenimlerdir

 

GEOMETRİ


Euler Letter to a German Princess’te şunları yazar (İng. çeviri Brewster tarafından, Cilt 2, s. 31):

‘‘Uzam cisimleri yalnızca uzamlı oldukları ölçüde ve içine-işlenemezlikten ve süredurumdan soyutlanmış olarak irdeleyen geometrinin asıl nesnesidir; geometrinin nesnesi öyleyse cisim kavramından çok daha genel bir kavramdır, çünkü yalnızca cisimleri değil ama, eğer böyle şeyler varsa, içine-işlenemezlik olmaksızın salt uzamlı olan tüm şeyleri kapsar. Dolayısıyla bundan şu çıkar ki, geometride uzam kavramından çıkarsanan tüm özellikler benzer olarak uzamlı oldukları düzeye dek cisimlerde de yer almalıdır.’’

Leonhard Euler (15 Nisan 1707, Basel, İsviçre — 18 Eylül 1783 St. Petersburg, Rusya. Euler İsviçreli olmasına karşın yaşamının çoğunu Petersburg'da ve Berlin'de geçirdi.

KAVRAM


1. Kavramı arı düşünce olarak düşünürsek, onun duyusal herhangi bir öğe içermediğini doğrularız. Kavram kendisinden başka öğelerin terimlerinde değil ama salt kendisi olarak düşünülebilir. Hegel'den aktarırsak, "Kavramda Kavramın kendisinden başka düşünecek birşey yoktur." Bu soyutlama analitik düşüncedir ve Kavramı arılığı içinde yakaladığı zaman onu genel olarak tasarımsal her öğeden olduğu gibi başka Kavramlar ile ilişkisinden de soyutlar. Ama saltık soyutlama saltık olumsuzlamadır ve Kavram ilişkisizliği içinde bu olumsuzlama ilişkisini içerir.

Kavram hiçbir zaman salt tekil, salt kendisi değildir. Belirlenimini salt kendisi olmakla ve başka hiçbirşey olmamakla kazanır. Belirlenim böylece bir sınırlama karakterini taşır. Sınır genel olarak birşeyin sona ermesi ve başkasının başlaması, birşeyin ve başkasının birliğidir: Başkası Birşeyin kendisine aittir. Yalıtılmış Kavram da belirlidir ve belirlenimi onun saltık olarak başkası ile, kendi başkası ile bağıntısı ya da daha tam olarak birliğidir. Ve bu birlik Kavramın kendisinden ve kendi başkasından ayrı olan bir terim, ya da Kavramın gerçekliğidir.

Kavram salt kendisi olduğuna göre, onu tanımlamak onu herhangi birşeye indirgemek ya da bozmaktır. Kavram tanımda gerçek karekterini yitirir, genel olarak bir tasarıma dönüşür ve bu bozulma yoluyla başka herhangi birşey ile dışsal bağıntıya getirilebilir.

Kavram bu soyutluğu içinde düşünüldüğünde, onun göreli olduğunu, kişilere, kültürlere, çağlara, zamana göre değiştiğini düşünmek olanaksızdır. Kavramı toplumsal kurgu vb. olarak gören bakış açılarının göz önünde tuttukları şey belirli Kavramdır — şu ya da bu tikel Uzay, Zaman, Özdek, Yasa, vb.

Olumsuzlama bir terimin ve onun karşıtının ilişkisidir.

 

 

KAVRAM; GELİŞİM; EREKSELLİK

Hegel, Doğa Felsefesi, I. MEKANİK. § 251
KAVRAMIN GELİŞİMİ; EREKSELLİĞİ

Ek. Kavramın belirlenimine, hedefe, ya da, eğer dilersek, ereğe doğru gelişimi onun kendinde ve kendi için olduğu gibi koyulması olarak anlaşılacaktır, öyle ki içeriğinin bu belirlenimleri varoluş kazanırlar, sergilenirler, ama aynı zamanda bağımsız ve kendilerinde-kalıcı olarak değil, tersine Kavramın birliği içinde kalan kıpılar olarak, ideal olarak, e.d. koyulmuş/gesetzt olarak.

Zusatz. Die Entwicklung des Begriffs nach ihrer Bestimmung, nach dem Ziel oder auch, wenn man will, Zweck, ist zu fassen als ein Setzen dessen, was er an sich ist: daß diese Bestimmungen seines Inhalts zur Existenz kommen, manifestiert werden, aber zugleich nicht als unabhängige, selbständige seien, sondern als Momente, die in seiner Einheit bleiben, als ideelle, d. i. gesetzte.

Hegel'e hakkını verirsek, "Kavramda Kavramın kendisinden başka düşünecek birşey yoktur." Bu soyutlama dediğimiz şeydir, düşüncenin saltık belirlenimsizlik pahasına tek bir belirlenim üzerinde yoğunlaşmasıdır. Bu tekilleşme içinde bütününde duyum, algı, tasarım, imge vb. gibi belirlenimlerden ayrı olarak, genel olarak düşüncenin başka her belirleniminin de soyutlandığını gözden kaçırmamalıyız. Arılık, yalınlık, soyutluk, tekillik gerçek kavram ve anlamlarında anlaşılacaksa, bu terimler saltık dışlamalardırlar. Bu aynı zamanda analitik de diyebileceğimiz anlak kıpısıdır. Kavram bu soyutlama içinde devimsiz, dirimsiz, ölüdür. Bu Kavramın gerçek karakteri değildir, çünkü bu saltık olumsuzlamanın kendisi dolaysızca bu yalınlıkta bir ilişkinin içerildiğini, yalınlığın saltık olarak yalınlık olmadığını gösterir. Kavramın analitik kıpısının gerçeği onun diyalektiğidir. Bilim Kavramları bu yalınlıkları içinde almalı, ve onları dışsal görgül andırımlar vb. temelinde değil, ama kurgul doğaları içinde ilişkilendirmelidir. Bu işlem Doğanın kavramsal Dizgesinin kurulmasının da yöntemidir.

 
GÖRELİLİK


Doğal bilinç kendi çağının bilincini alır ve onun terimlerinde düşünür. Göreli bir bakış açısından düşünür ve saltık bakış açısı gibi bir konumun varlığını bilmez. Saltık olmamanın anlamı bir kuramı ona onunla çelişen bir başkası ile karşılaştırma içinde üstünlük verecek hiçbir nesnel ölçütün olmamasıdır. Görelilik çağlar, yerler, kişiler, kümeler, sınıflar, alışkanlıklar, önyargılar, amaçlar, inançlar vb. gibi kültürel etmenlerin üzerine yayılır ve saltık, ideal ya da gerçek bir ölçütn yokluğunda tümü de eşit geçerlik hakkını taşır. Bilim adına da aynı öznel konumlardan düşünüleilir. Bu olguyu saptamak birşey, görelilikten daha iyisi olamaz demek başka bir şeydir. Kültürün saltık olma savı geçersizdir. Ama bilim kültür olmamalıdır.
 

KAVRAMSAL YÖNTEM


Yöntem Kavramın açınımı ya da devimidir. Kavram olumludur, ama olumluluğu bir belirlenimdir ve olumsuzlama kapsar. Kavram eytişimseldir ve eytişim olumlunun olumsuz ile bağıntısı ya da birliğidir. Kavram bu nedenle hiçbir zaman yalnızca kendisi değil ama aynı zamanda karşıtıdır ve bu karşıtlığın birliği yine yeni bir terimi, Kavramın kurgul doğasını anlatır.

Yöntem Kavramın açınımı ya da devimidir. Kavram olumludur, ama olumluluğu bir belirlenimdir ve olumsuzlama kapsar. Kavram eytişimseldir ve eytişim olumlunun olumsuz ile bağıntısı ya da birliğidir. Kavram bu nedenle hiçbir zaman yalnızca kendisi değil ama aynı zamanda karşıtıdır ve bu karşıtlığın birliği yine yeni bir terimi, Kavramın kurgul doğasını anlatır.

Bilimsel etkinliği içindeki bilinç Doğa ve Tin alanlarına doğal işleyişi ile yaklaşır. Bilim Felsefeciliği bilincin bu tutumunu sağ-duyu/common-sense olarak nitelerler ve açıkça ve vurgulu olarak Bilimin sağ-duyunun ürünü olduğunu belirtirler. Sorun sağ-duyudan daha iyisinin olup olmadığıdır ve Bilim Felsefeciliği insan Usunun Bilgi yetenğini sınırlarlar ve Bilimi gerçeklik ve bilgi ile değil ama olasılık ve tahmin ile ilgili bir sorun olarak kabul ederler. Eğer kendinde Olgusallık/Realite bilinemez ise, bunun bir başka anlatımı insan düşüncesinin kategorilerinin realite ile bir bağıntılarının olmadığıdır. Bilinç kendisinden daha çoğunu ve ötesini bilemez.

 

 


OLGU


Olgu tekildir, salt kendisi için konuşur. Benzer olgular doğal mantığı bir andırım tasımı yoluyla tümevarıma götürür. Aslında tümevarım ve tümdengelim bir ve aynı evrenseli ilgilendirirler, ve tümevarım da tikelleri evrenselin altına almaktan başka birşey değildir.

Pozitivizm Olguyu Kuram ile, Kavram ile karşıtlık içinde görür ve aralarındaki bağıntıyı kavrayamadığı için olgunun kavramsız olarak da belirli olabileceğini sanır. Ama kavramsız olgu, olgu olarak olgu, ironik olarak pozitivizmin metafiziksel dediği şeydir.

Pozitivizm anlatımı sık sık fenomenalizm ile andırımlı olarak kulanılabilir ve Husserl fenomenolojistlerin "gerçek pozitivistler" olduklarını söyler. Ama pozitivizm, Türkçe olguculuk sözcüğünün de anlattığı gibi, olgunun bakış açısıdır ve olgusal olan kendini ideal olan, kuramsal olan, kavramsal olan ile karşıtlık içinde belirler. Fenomen öz ile ilgili olduğu düzeye dek özsel (ilişkili, dolaylı) bir kavramdır, salt olgu olandan çok daha derin bir içerik kapsar.

ERNEST MACH:
“Dünya renkler, sesler, sıcaklıklar, basınçlar, uzaylar, zamanlar ve benzerlerinden oluşur ki, şimdi bunlara duyumlar demeyeceğiz, ne de fenomenler diyeceğiz, çünkü her iki terime de keyfi, tek-yanlı bir kuram gömülüdür; ama onlara yalnızca öğeler diyeceğiz. Bu öğelerin akışının saptanması, ister dolaylı ister dolaysız olsun, fiziksel araştırmanın gerçek konusudur.”
— Ernst Mach, Popular Scientific Lectures, Chicago, 1898, s. 209. Mach’ın fenomenalistik epistemolojisinin en tam formülasyonu Duyuların Çözümlemesi’nde kapsanır.

 

 

ERNEST RUTHERFORD


1899'da radyoaktivite araştırmaları sırasında thoryum ve uranyum tarafından yayılan iki ayrı ışıma tipini betimlemek için alfa ışını ve beta ışını terimlerini yarattı. Işınlar arasındaki ayrım nüfuz etme güçlerini ilgilendiriyordu. Rutherford radyoaktivitenin atomların kendiliğinden dağılması olduğunu gösterdi. Radyoaktif bir özdeğin yarısının bozulmasının her durumda eşit zamanı gerektirdiğini gördü ve bu süreyi "yarı-ömür" olarak adlandırdı.

1903'te Fransız kimyacısı Paul Villard tarafından keşfedilen ve alfa ve beta ışınlarından çok daha büyük bir nüfuz etme gücü olan bir üçüncü ışımaya gamma ışını adını verdi.

Manchester'de Hans Geiger ile birlikte alfaları saymak için iyonlaştırma odalarını (bulut o.) geliştirdi. (14N + α → 17O + proton) çekirdek tepkimesi yoluyla azotu oksjene çevirdi. Bulut odalarındaki çalışmalarının sonucunda alfaların yüklerinin iki birim olduğunu ve en azından helyum atomları, ve büyük olasılıkla helyum çekirdekleri olduğunu buldu.

The Lord Rutherford of Nelson

Ernest Rutherford, 1st Baron Rutherford of Nelson (30 Ağustos 1871 – 19 Ekim 1937) nükleer fiziğin babası olarak bilinegelen Yeni Zelandalı bir fizikçi ve kimyacı idi. Atomların güneş dizgesi üzerine modellendirilen yapısını keşfetti. Radyoaktif yarı-ömür kavramını buldu ve radyoaktivitenin bir kimyasal öğenin bir başkasına tözsel dönüşümünü ilgilendirdiğini gösterdi. Alfa ve beta ışımalarını ayırdetti ve adlandırdı. Bu çalışma Kanada'da McGill Üniversitesinde yapıldı ve 1908'de Nobel ödülünü almasının temeli oldu.

Rutherford 1907'de İngiltere'ye yerleşti ve en ünlü çalışmasını orada gerçekleştirdi. 1911'de atomların pozitif yüklerini çok küçük bir çekirdekte yoğunlaştırdıklarını konutladı ve bununla Rutherford atom modelinin öncülüğünü yapmış oldu. 1917'de azot atomu ve alfa parçacıkları arasındaki nükleer tepkime ile "atomun yarılması" fenomenini keşfetti ve bu arada protonu keşfetti ve adlandırdı. Kimyasal Rutherfordium (104) elementi onun adını taşır.


ANALİZ VE SENTEZ


Analiz ve sentezin birliğini görememek düşüncedeki büyük deneyimsizliklerden biridir. Ve bu başlık altında duran büyük bir felsefi gelenek bile vardır: Analitik Felsefe. Analizin sentezi dışlamadığını, gerçekte ondan ayırlamaz olduğunu düşündüğümüz zaman bütün bu felsefeciliği nasıl yorumlayacağız?

Sentetik olan analitik olanı öngerektirir.

Analiz sentezden başlar ve onu zorunlu öncülü olarak içerir. Salt analiz bir soyutlamadır. Analitik düşünce bu düzeye dek yalnızca bir soyutlamacılıktır, tam olarak insan düşüncesinde vardır ve öznel bilincin sınırları içinde kalmak fenomenoloji, dil felsefeciliği, pozitivizm, görgücülük gibi düşünme yollarının karakteristiğidir.

Analitik belirlenimi görgül alanda kullanıldığı zaman sentetik olandan ayrılığı içinde kendi başına yalıtılmış olarak var olabileni anlatır. Ve Kant'ın yaptığı gibi onu kavramlar için kullanırsak, sentezin kavramlar arasındaki dışsal birliği anlatması gerekir. Böyle dışsal birlik ile anlayabileceğimiz şey mantıksal ya da zorunlu birlik, eytişimsel olan değil, ama olumsal birlik, olabileceği gibi olmaya da bilen bir birliktir. Sentetik yargı ancak bağıntının zorunluğunu kapsıyor olarak kabul edildiği sürece Kant'ın demek istediğini anlatır. Ama o zaman 'sentetik' sözcüğünden daha iyisi vardır. 'Diyalektik' ayrımı anlatır. birliği değil. Ama diyalektiğin olumsuzlama ilişkisini bir birlik olarak düşünürsek, bu birlik sentetik değildir. Diyalektiğin özünlü olumsuzluğundan daha çoğu olan bu birlik için Hegel 'kurgul/spekülatif' anlatımını kullanır. Kurgul ya da kavramsal birlik zorunlu birlik olarak sentetik birlik anlatımından bütünüyle ayrılır. Sentetik birlikte uçlar birliğin dışında da kendi karakterleri ile varolabilirler. Kurgul birlikte uçlar birbirlerini belirledikleri için ayrım içinde alındıklarında birer hiçtirler.

 

 

KANT: SENTETİK A PRİORİ YARGILAR

KANT, Arı Usun Eleştirisi [B 18]
SENTETİK A PRİORİ YARGILAR; DOĞA BİLİMİ
2. Doğa bilimi (physica) a priori sentetik yargıları ilkeler olarak kendi içinde taşır. Örnek olarak yalnızca bir iki önermeye değineceğim: ‘Cisimsel dünyanın tüm değişimlerinde özdek niceliği değişmeksizin kalır’; ve, ‘Tüm devim iletimlerinde etki ve tepki her zaman birbirine eşit olmalıdır.’ İki önermenin de yalnızca zorunlu ve dolayısıyla a priori kökenli olmakla kalmadıkları, ama sentetik de oldukları açıktır. Çünkü özdek kavramında onun kalıcılığını değil ama yalnızca kapladığı uzaydaki bulunuşunu düşünürüm. Öyleyse gerçekte özdek kavramının ötesine geçer ve ancak böylelikle onda düşünmediğim birşeyi ona a priori eklenmiş düşünürüm.
2. Naturwissenschaft (Physica) enthält synthetische Urteile a priori als Prinzipien in sich. Ich will nur ein paar Sätze zum Beispiel anführen, als den Satz: daß in allen Veränderungen der körperlichen Welt die Quantität der Materie unverändert bleibe, oder daß, in aller Mitteilung der Bewegung, Wirkung und Gegenwirkung jederzeit einander gleich sein müssen. An beiden ist nicht allein die Notwendigkeit, mithin ihr Ursprung a priori, sondern auch, daß sie synthetische [B 18] Sätze sind, klar. Denn in dem Begriffe der Materie denke ich mir nicht die Beharrlichkeit, sondern bloß ihre Gegenwart im Raume durch die Erfüllung desselben. Also gehe ich wirklich über den Begriff von der- Materie hinaus, um etwas a priori zu ihm hinzuzudenken, was ich in ihm nicht dachte.
 
A priori anlatımı kavramın deneyime önsel doğasını anlattığı düzeye dek kavramın karakteri ile bağlı belirlenimleri de taşıyabilir. Ama uygun kavramların kullanılması olanağı karşısında bu yan anlamlar rhetorikten öte değer taşımazlar.

Kant 'a priori' anlatımını deneyimi önceleyen kavramlar ile ilgili olarak getirir, onları önermelere de uygular, ve burada görüldüğü gibi yerli yersiz kullanmaya başlar: "a priori köken." Önermelerin 'önsel kökeni' ile demek istediği şey kavram bağıntılarının zorunluğudur. Kant normal bir doğa biliminin görgücülük tarafından yokedileceği endişesi ile bir savunma geliştirdiğini düşündü. Ama ne görgül doğa bilimi yıkıldı, ne de Kant'ın savunması onu kurtardı. Kant salt öznel, salt bilinçteolan bir doğa bilimini savundu ve kendi felsefesinin doğa bilimini nesnesinden soyutladığını ve böylece bir bilim olmasına izin vermediğini anlamadı. Bilim nesnel olmalı, bir kendinde-şey kurgusu tarafından sınırlanmamalıdır. Yoksa bilim değil bilgisizlik olur.

 

DİZGE VE BİLEŞENLER

Dizge Kavramı

— Dizge zorunlu bileşenlerin bütünüdür.
— Dizgenin bilgisi bütünün bilgisidir.
— Dizge ancak bütününde bilinebilir: Tekil bileşen yalıtılma içinde bilinemez.
— Dizgenin bileşenleri kendilerini başka bileşenler ile bağıntı içinde belirler.
— Bu düzeye dek dizgenin incelemesinde her yeni kıpıya geçiş daha öncekilere ilişkin anlayışı değiştirir.
— Mantıksal Dizge kavramın açınımı ya da Yöntem tarafından yapılandırılır. Her kavram belirlidir; belirlenimini karşıtı ile bağıntısından alır; bu zorunlu bağıntı iki ayrı kıpının ayrılmazlığı olarak kurgul birlik ya da Kavramın kendisidir.

 

 


DİL VE BİLİM FELSEFESİ


Bilim Felsefesi öznelliğini bile düşünceden, ustan, kavramdan, kuramsal olan herşeyden uzak tutmayı ister, ve ne olursa olsun gene de düşünmek zorunda kaldığı için, düşüncesini dil ve semantik ve sintaks gibi dilibilimsel terimler altında örtmeyi seçer.

Anlak yetisi hiç kuşkusuz anlam ile ilgilidir ve Bilim Felsefeciliğinin bütününde ve özellikle başlangıcında bilgi sorununu semantik bir soruna indirgeyen pozitivizm gerçeklik sorunu olması gereken Bilim sorunundaki bu indirgemeyi tutarlı olarak yapar. Kavramın, usun nesnelliğini silen Anlak düzleminde Bilgi için yer yoktur. Pozitivizm, görgücü temelleri ile uyum içinde, Bilginin olanaksızlığını anlatan başka her vargıyı çıkarsamak zorundadır. Açıklama, Olasılık, Tahmin gibi terimler Bilgi ile ilgili olması gereken alanın başlıca belirlenimleridir.

Anlama ansallaştırma, dışsal olanı içselleştirmedir. Öte yandan us kendini nesnellik ile bilinçli olarak ilişkilendirir ve nesnelliğin onunla aynı tözden olduğunun, ussal olduğunun bilincidir. Bu düzlemde bilinç sonluluğunu reddeder ya da ona karşıt bir nesne ile sınırlı olduğunu düşünmeye son verir. Us karşısında kendini bulan düşüncedir. Anlak düzleminde kalındığında, başka bir deyişle, kavramların yalnızca öznel imlemleri olduğu varsayıldığında, ussal-nesnel bilgi olanaksızdır. Sağduyu ya da anlak bu nedenle Bilimin de öznel olmak zorunda olduğunu, Bilginin olanaksız olduğunu, çünkü bilincin kendi ötesine, fenomenin ötesine geçemeyeceğini çıkarsar. Ve bunda bütünüyle haklıdır.

"... philosophy will never get so far as to pose a genuine problem." (M. Schlick, 1930; alıntı Popper'ın; "Bilimsel Araştırmanın Mantığı")

Moritz Schlick'in felsefenin gerçek bir problem soramayacağından kuşkusu yoktur, çünkü genel olarak problemin kavramsal değil ama semantik bir karakter taşıdığını, olanaklı biricik problemin anlam problemi oldğunu ve bu tür problemlerin dilçözümleme yöntemleri ile çözülebileceklerini düşünür.

POPPER VE ELEŞTİRİ

Popper (aynı yer): "... language analysts are important to me; not only as opponents, but also as allies, in so far as they seem to be almost the only philosophers left who keep alive some of the traditions of rational philosophy." Popper görgücü olduklarını açıkça bildiren analiz felsefecilerini rasyonalistler olarak alır. Aslında us ile anladığı usun kendisinden başka birşeydir: "I equate the rational attitude and the critical attitude."

Eleştiri yargıdır, ve yargı göreli olmayan, saltık ölçütleri gerektirir. Eleştiri noktası kendini ölçüt olarak alır, ki ölçüt bu durumda Popper'ın bilincinden başkası değildir. Eleştiri her egonun, her bilincin hakkıdır ve en sıradan egoyu bile yükseltir. Ama eleştiri kendini bilim ve bilgi adına ileri sürdüğü zaman, bilimin bu yargıcının ne ya da belki de kim olduğunu sormamız gerekir.

Eleştiri kendi ölçütleri ile eşölçümlü olmayanı tanıyamaz. Ölçemediğini yoksayar.

Ölçütleri duyusal olan Pozitivizm duyusalın üzerine, düşünsel olana ulaşamadan yarı yolda kalan bilincin felsefesi olmak zorundadır. Kavramsal düşünceyi tanımadığı için olguda olduğunu sandığı zaman gerçekte kavram ile ilgilenmekte olduğunu, olgu, şey, gözlem, nesne vb. dediği şeylerin yalnızca kendi bilincindeki tasarımlar olduğunu bile anlamaz.

Doğa Bilimleri ve Tin Bilimleri oluş sürecindedir. Henüz birer model, hipotez, teori düzeyindedirler, fenomaldirler. Hiç biri henüz bilim değil ama tümü de 'görgül bilim'dir. Bu nedenledir kendilerine yeterli değildirler ve onları aklayacak daha yüksek bir yetkeye, "Bilim Felsefesi" denilen şeye gereksinirler.

David Bohm ne quantum kuramının, ne de görelilik kuramının ayakta kabileceğini söyler. Oluş sürecindeki bilim henüz bilim değildir.

Analiz ve sentezin birliğini görememek düşüncedeki büyük deneyimsizliklerden biridir. Ve bu başlık altında duran büyük bir felsefi gelenek bile vardır: Analitik Felsefe. Analizin sentezi dışlamadığını, gerçekte ondan ayırlamaz olduğunu düşündüğümüz zaman bütün bu felsefeciliği nasıl yorumlayacağız?

Tümevarımda varılan 'tüm' nedir? Tümevarım sınırlı bir sayıda gözlenen belirli tekil örneğin yine belirli bir evrenselin altına alınması, belirli tekilin belirli evrenselleştirilmesidir. Belirli tekil ve belirli evrensel arasındaki bu doğrudan özdeşleştirme doğru olabilir ya da olmayabilir. Bu olasılık öğesi görgül bilimi kuşkulu ve tanıtlamasız bırakır. Bir Kavram olarak Tekilin kendisinin bir Kavram olarak Evrensel ile ilişkisi görgül bilimin ele alabileceği bir konu değildir. Görgül bilimin burada çözümü zounlu olarak Mantık Biliminden bekler. Bu görgül bilimcinin kendisinin sınırlı olduğunu kabul etmesini gerektirir, ve bu noktada öznellik işe karışmaya başlar.

Content on this page requires a newer version of Adobe Flash Player.

Get Adobe Flash player

Popper şöyle der: "Önemli olan şey çok az şey bildiğimiz yolundaki Sokratik içgörüdür (Einsicht). Ya da, Sokrates'in dediği gibi, hiçbirşey bilmememizdir. Kısaca — az ya da çok — der ki, 'Hiçbirşey bilmediğimi biliyorum — aslında bunu bile değil."

Sokrates "Hiçbirşey bilmeme" konusunda Karl Popper ile anlaşacaktır. Ama bilmenin olanağı konusunda değil. Kuşku bilgi değildir. Bilgi için dürtüdür ve bilgiye götürür. Kuşkuculuk kuşkudan öteye geçememektir. Eleştiri yalnızca olumsuzlama olmasında kuşkuya benzer. Ama Eleştiri öznel bilincin özencinden başka bir yetke tanımadığı için, kendisinden başka herşeye yöneliktir.
Bilim ve Yalancı-Bilim Sorunu (Demarcation Line)

Popper's demarcation criterion has been criticized both for excluding legitimate science (Hansson 2006) and for giving some pseudosciences the status of being scientific (Agassi 1991; Mahner 2007, 518–519).
http://plato.stanford.edu/entries/pseudo-science/

 Yanlışlanabilirlik 'bilimsellik' ölçütü ise, Popper'ın yanlışlanabilirlik ölçütüne göre yalancı-bilimler 'bilim' konumunu kazanırlar.

Karl Popper ("Bilimsel Araştırma Mantığı"na 1959 Önsözü; İngilizce çeviri kendisi tarafından): "I believe in the following thesis. Philosophers are as free as others to use any method in searching for truth. There is no method peculiar to philosophy."

"The method I have in mind is that of stating one's problem clearly and of examining its various proposed solutions critically."

Eleştirinin ölçütünün Popper'ın kişisel bilinci olduğunu dikkate almalıyız. Sıradan bilinç bu durumda kendini yargıç olarak görür, ve kendini "herşeyin" üzerine yükselen bu kibrin önüne ancak kuşkuculuk geçebilir. "Eleştiri"yi bir yöntem olarak, bir araç olarak kullanmanın zemini egoya, birinin kendi öznel blilincine bir yargı konumunun ayrıcalığının verilmesidir. Burada niyet bir önyargıyı dayatmaktır ve bu bilinçte düşüncenin özgürlüğü ve nesnelliği gibi kavramlar henüz bulunmaz. Popper felsefeyi bir sohbet sorunu olarak görür çünkü onu dinleyenler bunu ondan ister.

"It may perhaps be asked what other 'methods' a philosopher might use. My answer is that though there are any number of different 'methods', I am really not interested in enumerating them. I do not care what methods a philosopher (or anybody else) may use so long as he has an interesting problem, and so long as he is sincerely trying to solve it."

The problem of epistemology may be approached from two sides: (1) as the problem of ordinary or common-sense knowledge, or (2) as the problem of scientific knowledge. Those philosophers who favour the first approach think, rightly, that scientific knowledge can only be an extension of common-sense knowledge ...

Görgücülük her biçiminde bilimsel bilginin bir sağduyu, bir anlak sorunu olduğu görüşünü doğrulamak zorundadır. Anlak bilginin özsel doğasını ilgilendiren kavramsal sorunları ancak gözardı edebilir ve yoksayabilir.

Pozitivizmin genellikle "paradokslar" dediği çelişkiler kavramsal düşüncenin her alanında kendilerini gösterirler ve pozitivist yazında bunlar kuraldışılar olarak ve bütünü ilgilendirmeyen enteresan noktalar olarak görülüp bir yana bırakılırlar. Ya da, örneğin Hilbert'in yaptığı gibi, sonsuzluk ve süreklilik gibi kavramlar yoksayılırlar.

Aziz Yardımlı / İdea Yayınevi / 2014